4 Temmuz 2011 Pazartesi

Peri masalı


Maçın bitmesine 4 dakikadan biraz fazla bir süre vardı. Rusya farkı 17'ye çıkarmış, maçı neredeyse kazanmış ve potamızda voleybol oynamaya devam ediyordu. Rusya'nın hücum ribaundlarını ağaçtan elma toplar gibi topladığı sıradan bir hücumu izlerken, Osipova'nın üst üste aldığı ikinci hücum ribaundu sonrası Işıl bir anda orada bitti, kendisinden topu çaldı, hızlı hücumu başlattı ve takımca sayıyı bulduk. Hemen ardından da bir üçlükle bitmiş maça neredeyse ortak olduk.

Aslında sadece bu sahne, Işıl'ı, bu takımı, bu turnuvayı, hatta bu oyunu neden böylesine takip ettiğimizi ve çokça sevdiğimizi bize hatırlatan bir kısa andı. Çünkü o anda ve bu takımda, kendimize dair bir şeyler bulduk. Bize benzeyen ve bizi anlatan pek çok şeyi sevdiğimiz gibi potanın perilerini de çok sevdik. Onların o birer birer hiç tanınmayan isimsiz mücadelelerinden, basının muhabir göndermediği "sessiz" var oluşlarından; spor sayfalarının en başına geçmelerine uzanan peri masalına şahit olduk.

Hayatı çoğu zaman tercihler şekillendiriyor. Bizleri var eden, hayatı anlamlı kılan; tercihlerimiz ve isteklerimizdir. Evet, hayatın herhangi bir alanında, bir meslek kolunda, bir müzik aleti çalmada, bir spor dalında en iyisi olmayabilirsin. O iş için yaratılmış olmayabilir, fiziksel / mental eksikliklerinin olduğunu düşünebilir, hatta kişilik testinin analizi o meslek dalı için uygun sonuçlar vermeyebilir, sonucunda da kendini hiç ait hissetmediğin bir yerde bulabilirsin. Her ait hissedilmeyen yer gibi, o yeri terk etmeyi aklından en az bir kere geçirebilir, kendi kendine bir karar verirsin. Bu karar da aslında hayat dediğimiz şeyin ta kendisidir.

9 maçlık serüvenine tanıklık ettiğimiz bu 12 kadın, kendilerine meslek olarak basketbolu seçerek ne kadar doğru bir tercihte bulunduklarını bizlere gösterdiler. Evet rakiplerinden kısalar, evet rakiplerinden daha yükseğe sıçrayamıyorlar. Hatta onlar kadar atletik, onlar kadar iyi şutör, onlar kadar hızlı ayaklı da sayılmazlar. Ancak rakipleriyle mücadeleleri süresince, rakiplerinin hesaba katmayı unuttukları bir özellik, peri masalının gerçeğe dönüşmesini olanaklı kıldı. Sahanın her alanında ve maçın 40 dakikası boyunca 12 pota perisi, bu oyunu ne çok sevdiklerini akıllarının bir köşesinde tuttular. Bir maç daha fazla oynamak için, bir yerdeki top için daha kendi vücudunu yerlere atmak için, kendinden 20 santin uzun rakibinden bir ribaund daha almak için, bu oyunu sevmekten başka hangi mefhum yol gösterici olabilirdi ki? Bu spora başladıkları anda, bu sporu kendilerine meslek belledikleri anda, bir "sporu" kendilerine meslek belledikleri anda, cinsiyetlerini ve her türlü mantıklı veya mantıksız "mahalle baskısını" görmezden gelip, her an yeniden ürettiğimiz gelecek korkusunu, hayatı garanti altına alma endişesini göz ardı edip bu işe dört kolla sarıldıkları anda aslında gümüş madalyadan çok daha ötesini çok daha evvelden elde etmişlerdi. Kadın basketbolu gibi, 2005'ten önce kimsenin aklına bile gelmemiş bir spor dalına böylesine sarılmak, bu oyunu ve bu işi ölesiye sevmekten başka hangi durumla açıklanabilir ki? Dün sahada mücadelesini izlediğimiz 12 peri, turnuvadaki 15 rakibinin oyuncularından da daha büyük özveriyle buralara gelmişti. Çünkü bu oyuna olan sevgilerinin kendilerine verdiği gücü, rakipleri başka kaynaklardan da bulabilecek şansa sahipti. Perilerin buraya gelerek arkalarında bıraktıkları şeylerin toplam değeri şüphesiz daha çoktu. Spor geçmişi 50 yıl önceye, basketbol geçmişi 20 yıl önceye dayanan bir ülkede, ilk "popüler" kadın sporcusu Süreyya Ayhan'ı 2003 yılında çıkarmış bir atmosferde, kendilerini bu işe verdiler. "Dostlar alışverişte görsün" zihniyetiyle sürdürülegelen bir spor branşını bu ülkeye gerçek anlamda armağan ederek, o finalde kaybettikleri altın madalyadan çok daha ötesini zaten kazandılar. Dünkü finalin galibi zaten maçtan önce belliydi. Üst üste altıncı finalini oynayan Rusya'ya karşı ilk kez finale yükseldiğimiz bu maçı canlı yayında izlerken, bir adet Türkiyeli kız kafasından basketbolcu olmayı geçirdiyse şayet, biz bu turnuvayı zaten çoktan kazanmıştık.

Felaket senaryosu kurguladığım şu Çek maçından sonra oynadıkları tüm maçları kazandı periler. Ribaund alamayan takım, rakiplerinin hepsinin şut yüzdesini %32.4'ün altında tuttu. 4 maçta rakipleri maç başına 14 top kaybına zorladık. Belarus maçı haricinde rakiplerin hepsinin asist sayısı, top kaybı sayısından düşüktü. Yani evet, tunuva genelinde belki ribaundlarda sonuncuyuz, bloklarda sondan ikinciyiz, faul almada sonuncuyuz; ancak top çalmada ikinciyiz, rakiplere en az şut kullanma imkanı veren takımız, pota altından en az basket yiyen takımız. Yani eksikliğimizi biliyoruz, ancak bunu kabul edip kaybetmeyi kaderimiz haline getirmektense, başka yollardan rakipleri alt etmeyi deniyoruz. Futbol takımımız için bir zamanlar sıkça dile getirilen bir söylem vardı; kaos futbol oynuyoruz diye. Aslında periler de kelimenin tam anlamıyla kaos basketbolu oynuyor. Onların istediği ve alıştığı şartlarda, basketbolu herkesin oynadığı gibi oynamaktansa, rakibin düzenini bozacak müthiş bir ön saha baskısı, tüm pas kanallarına müdahale, çok kolay almaları gereken ribaundlara bile en azından bir el sokmak, pota altında kurallar çerçevesinde rakibi yorucu ve gardını düşürücü bir sertlik, yerdeki her topa, alamayacağını bilse bile atlama, takımımızı tanımlayan özellikler olmalı. Az önce saydığım istatistikler emin olun sahada gösterilen mücadelenin pek azını yansıtıyor. Çek Cumhuriyeti maçından sonraki her maçı hayatlarının en önemli maçıymış gibi oynadılar. Maçlarda belli bir farkla geriye düşseler bile, rakipleri tedirginliğe ittiler. Bu tip mücadele basketbolu, ciddi anlamda efor gerektiren ve performans limitlerini zorlamayı esas alan bir yapıda gerçeklenir. Bu takım bir haftada 4 kere aynı gösteriyi tekrarladı. Birisi yorulup kafası düşse, hemen yanında iki metre uzaktaki topa atlayan takım arkadaşını görüp kendine geldi. Sanki oradaki 12 kişi, seçilmiş kişiler olduklarının ve mühim bir görev için bir araya geldiklerinin farkındaydı ve bunu sürekli birbirlerine hatırlattılar.

Rusya maçını kazanmamız normal şartlarda imkansıza yakındı. 1.90 üzeri 5 oyuncusu bulunan, gruptaki ilk maçta 46-18 ribaund üstünlüğü yakalamış ve her biri ciddi anlamda iyi şutör olan Rusya, bölüm sonu canavarı gibi bir şeydi. Maira Stepanova gibi özel şifre ile yaratılmış, üstün vasıflı, durdurulması imkansız ve haksız rekabet yaratan bir oyuncuyu kadrolarında bulunduruyorlardı. Ancak belli faktörler yine de bizi bu maç için umutlandırıyordu. Rusya takımı da turnuvaya bizim gibi kötü başlamıştı. İlk turda Slovakya'yı sadece 2 sayı farkla geçebildiler. Litvanya'ya karşı döküldüler. Bizim yendiğimiz Belarus'a 11 farkla kaybettiler. Ancak şu gerçek de var ki, oldukça zorlandığımız Çek Cumhuriyeti'ni ikincisi açık farkla olmak üzere iki kez yendiler. Çeyrek final itibarıyla vites yükseltmeleri, onları artık çok daha korkulan bir rakip kılıyordu.

Yine de tüm turnuvada olduğu gibi, onlara karşı da iyi olduğumuz alanlar vardı ve bunları kovalamalıydık. İlk maçta onları 27 top kaybına zorlamıştık. Net bir oyun kurucusu olmayan Rusya yine sıkıntıya düşebilirdi. Üstelik maç maç gelişen ribaund rakamımız, ilk maçta olduğu gibi korkunç bir netice vermeyecek gibiydi. Fransa'ya, Karadağ'a pota altını dar etmiştik. Yine onları dış şutlara zorlayarak ve iyi ribaund alarak, daha az sete set kalarak bir şansımız doğabilirdi. Ancak tüm bunlar için öncelikle ciddi bir efor sarf etmek gerekecekti. Lakin henüz iki gün önce üç oyuncusu 40 dakikanın üzerinde süre almış bir takım için, aynı gün takım olarak 27 dakikadan az sahada kalan Rusya gerçeği, işleri zorlaştırıyordu. Rotasyon darlığı ciddi bir handikaptı.

İlk maçtaki 46-18'lik ribaund avantajları, dün 52-19'a kadar çıktı. Ribaund dezavantajımızı yine rakibi top kaybına zorlayarak telafi ettik ve aynı sayıda şut kullandık. Ancak Karadağ maçında bizi ayakta tutan inanılmaz üçlük yüzdemiz, Fransa maçında da düşüktü, dün de düşük kaldı (3/21). Her mevkide bizden yaklaşık 8-10 santimetre uzun olan oyuncular, bizden daha iyi de şut atınca galibiyet yavaş yavaş elimizden kaydı. Sovyetler Birliği yıllarını da katarsak oynadığı 28. finalinin 24.sünü kazanan Rusya takımının kadın basketbol tarihinin en büyük takımlarından biri olduğu gerçeğini de yeniden hatırlatarak.


Alba Torrens
Son beş turnuvada da madalya kazanmış İspanya'nın çeyrek finale bile kalamaması şüphesiz turnuvanın en büyük sürprizlerinden oldu. Esasında İspanya, bu turnuvada bize en çok ters gelecek takımlardan biriydi. Bizden çok top çalan tek takımdı. Bizden sonra en az ribaund alan ikinci takımdı. Demek ki sahaya yürek koyma işinde bizden bir nebze geride kaldılar. Son iki turnuvanın yarı finalisti Marchanka'lı Belarus'un da şampiyon Rusya'yı yenmesine rağmen çeyrek finale kalamaması ikinci ayrı sürpriz oldu. Tarihinde ilk kez katılıp 6 maç üst üste kazanarak çeyrek finale kalan Karadağ ise inanılmaz bir başarı gösterdi. Ancak turnuvanın en çok süre alan ilk dört oyuncusu olan Anna De Forge, Jelena Dubljevic, Jelena Skerovic ve Iva Perovanovic'in Karadağ oyuncuları olması, uzun turnuvada onların hızını kesti. Olimpiyat elemelerine katılma hakkını elde edebilecekleri beşincilik maçını Hırvatistan'a karşı kaybetmeseler, onlar için de teselli olacaktı.

Turnuvanın beşi FIBA tarafından Elena Daniloçkina (Rus), Sandra Mandir (Hır), Eva Viteçkova (Çek), Nevriye Yılmaz(Tür) ve Maria Stepanova(Rus) olarak seçildi. En değerli oyuncu da Elena Daniloçkina oldu. Ancak müsaadenizle, bu kendi en iyi beşimin bu olmadığını belirtir ve duygusallık gömleğini bir kenara bırakarak birkaç değişimle sizlere sunarım.

Birsel Vardarlı
Birsel Vardarlı - Türkiye: Türkiye'nin olumlu ve bilinçli hemen her hücumunda topu yönlendiren isimdi. Üç guardımız içinde hücum yönü ağır basan belki de tek isimdi. En büyük sayı umudumuz Nevriye'ye topu birinci elden yetiştirme görevini layıkıyla yerine getirdi. O oyundan çıktığı anda hücumda aksadık. Bu yüzden çoğu maç 40 dakikaya yakın süre almak zorunda kaldı. Turnuvanın en çok asist yapan dördüncü oyuncusu oldu (4.0). Evet, Fransa maçındaki o inanılmaz üçlük için bile bu listede yer alabilirdi. Geçtiğimiz sezon da Fenerbahçe formasıyla muazzam işler çıkarmıştı. O olmasaydı buralara gelmemiz imkansızdı. Kesinlikle Birsel Vardarlı is on fire!


Elena Daniloçkina
Elena Daniloçkina - Rusya: Muazzam bir turnuva oynadı. Özellikle Rusya'nın şampiyonluk rayına oturduğu,  arka arkaya elde edilen dört galibiyetlik süreçte 15'te 11 üçlük attı. %54.3  ile üç sayılık yüzdesinde turnuva birincisi oldu. 13.9 sayı ortalamasıyla da turnuva altıncısı ve Rusya birincisi. Şampiyon takımın en skoreri olarak karmaya seçilmesi ve MVP olması son derece normal.

Katerina Elhotova
Katerina Elhotova - Çek Cumhuriyeti: Patladığı turnuva bu oldu. Henüz 21 yaşında ve geleceği de çok açık, hala kendini geliştirebilir. Kariyerinin ilk yıllarında üstün şut yeteneğiyle daha çok sabit bir şutör gibi anılırken, bugün kendi pozisyonunu da yaratan ve takımını zaman zaman sırtlayıp götüren isim olarak anılıyor. Geçen yıl dünya ikincisi olan Çek takımı, bu turnuvaya büyük eksiklerle geldi. Bu gibi fırsatlar Elhotova gibi potansiyel büyük yıldızlar için kaçırılmamalıydı, öyle oldu. Olimpiyat biletini kapan Çekler, aynı zamanda gelecek on yıllarını kurtaracak bu ismi de yakalamanın sevincini yaşıyor. Artık Igor Rakoçeviç ya da Kobe Bryant olmak gibi iki seçenek var önünde. Umalım ikincisi olur.

Nevriye Yılmaz - Türkiye: İlk tur maçlarının sonunda fiba.com, turnuvanın devamında izlenmesi gereken oyuncuları sayarken, kendisini -ve herhangi bir Türkiye oyuncusunu- yazmayarak belki de sonradan pişman olacakları bir işe imza attılar. Bu turnuvada çok büyük oynadı. Özellikle efsanevi Fransa maçında, önce Sandrine Gruda'yı sonra Isabelle Yakubu'yu sahadan silişi, turnuva genelinde oyun tıkandığında en büyük skor kozumuz oluşu, takıma kattığı "size" ile oyun içinde nefes alma imkanı sağlayışı, potadan uzaklaşsa da müthiş isabetle soktuğu şutları. Kadın basketbolu tarihimizin en büyük oyuncusu mu? Bence evet.

Nevriye Yılmaz




Maria Stepanova


Maria Stepanova - Rusya: Avustralyalı Lauren Jackson ile birlikte kadınlar basketbolunda pivot  pozisyonunun hali hazırda en değerli oyuncusu. 2.03 boya sahip olup bu derece isabetli şutlar atmak, böylesine iyi bir saha görüşüne sahip olmak inanılmaz bir özellik. Maç başına aldığı 8.9 ribaundla da turnuva ikincisi oldu.   Final maçında da agresif oyunumuzla ne zaman yaklaşmak için hamle yapsak, attığı isabetli şutlarla direncimizi kıran isim oldu. Geçtiğimiz on yıla damgasını vuran Stepanova, bu turnuvanın da en değerli oyuncularından biri oldu. Bir kadın vücudunun evrimsel süreçte ulaşabileceği en üst mertebe olarak varlığını sürdürüyor.


Böylece tarihimizde ilk kez kadın basketbolunda olimpiyat elemesi oynama şansı yakaladık. Daha önce herhangi bir takım sporunda olimpiyat katılımımız yok. Olimpiyatlara toplam 12 takım katılıyor. Bu 12 takımın biri ev sahibi Büyük Britanya, biri de son dünya şampiyonu Amerika Birleşik Devletleri. Gerikalan 10 biletin beşi, kıtasal şampiyonalarda şampiyon olan takımlara tahsis ediliyor. İlk kıtasal şampiyona Avrupa'da düzenlendi ve Rusya, olimpiyat bileti alan üçüncü takım oldu. Diğer şampiyonalar önümüzdeki ekim ayına kadar tamamlanacak ve olimpiyat biletini alacak dört takım daha belli olacak.

Geri kalan beş bilet içinse önümüzdeki yaz olimpiyat elemesi turnuvası düzenlenecek. Avrupa'dan dört (Türkiye, Fransa, Çek Cumhuriyeti, Hırvatistan), Afrika'dan 2, Amerika'dan 3, Asya'dan 2 ve Okyanusya'dan 1 takımın katılacağı 12 takımlık turnuva sonucunda geri kalan beş bilet de sahiplerini bulacak. İlk aşamada zor gibi gözükse de, herhangi bir Avrupa takımıyla oynamadan olimpiyatlara kalma ihtimalimiz bir hayli yüksek görünüyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder